Ebru, Tasavvuf ve Çelişkiler…

Tarihi kesin olarak bilinemeyecek kadar eski bir sanat dalı olan ebru, geleneksel İslam- sanatlarından birisi olarak kabul edilir. İslam sanatları diye tanımlanan bu anlayışın temsilcileri, eserlerinde üçüncü boyutu, ışık- gölgeyi ve perspektifi uygulamaktan kaçınmışlardır.  İslami tasavvuf anlayışlarının etkisi sonucu, eserlerini gerçeklik kaygısından uzak “temsiller” yolu ile meydana getirmişler ve kendilerini neredeyse “yok” sayacak kadar alçakgönüllü bir tutum içinde olmuşlardır. Günümüzde de ebru sanatı ile uğraşanların büyük bir çoğunluğu, bu sanatın “tasavvufi” bir sanat olduğundan bahsetmektedir. Öyle ki; ebru teknesini, ilahi sırların çözüldüğü “kutsal” bir mekân olarak betimleyenler, su yüzeyinde meydana gelen renkli desenlere bakıp kendi özünü bulduğunu iddia edenler, Kuran ayetlerinin manalarına erdiklerini söyleyenler, bu sanat ile uğraştıkları için kemale erdiklerinden bahsedenler sıklıkla karşılaştığımız “sanatçı” modelleridir.

Herhangi bir sanat dalını, İslami, gayri İslami, tutucu, modern vb. kelimelerle tanımlamaya çalışmak çok ciddi yanlış anlaşılmalara sebep olabilir. Teknik açıdan veya icra edildiği dönemi belirtme amacı ile ya da nerede yapıldığının anlaşılması için bu tip tanımlamaların yapılması makul karşılansa da, gerçekte hiçbir sanat dalı, müstakil olarak herhangi bir ideolojiyi temsil edemez ya da tam olarak açıklayamaz, temsil ettiği şey yalnızca sanatçının fikridir, sanatın değil. Ancak sanatçının dindarı veya dinsizi olabilir. Sanatçı edinmiş olduğu tasavvufi eğitim ve terbiyenin gereklerine göre hayatını düzenlemeye çalışabilir. Gördüğü her şeyde Hak ile ilgili bir mesaj gördüğüne inanabilir ve ebru yaparken de böyle bir halin içinde olabilir ama aynı terbiye sürecinden geçmemiş veya böyle bir anlayışı tamamen reddeden bir diğer sanatçı, onun “gördüğünü” iddia ettiği şeylerin tümüne yabancı kalacaktır.

Tasavvuf en basit manasıyla; Egolarından kurtularak Hakka varmak isteyen kişinin başvurduğu uzun bir dini “terbiye” sürecidir. Kitap okumakla, film seyretmekle, ebru yapmakla, hat yazmakla veya herhangi bir sanat dalı ile uğraşmakla öğrenilebilecek bir anlayış değildir.  Herhangi bir işte usta olmayla tasavvuf ehli olunmaz, hele hele Mürşidi Kamil hiç olunmaz. Yol gösterici, öğretici olma sebebi ile her usta kendi sanatını öğretmede bir mürşit olarak kabul edilebilirse de, böyle bir kabulün sınırları sadece ustası olduğu sanat dalının sınırları kadardır. Ustanın hayat felsefesi, yaşam tarzı, inancı veya amacı sadece kendini bağlar. Tasavvuf erbabı bir Mürşidi Kamil gibi yaşantısı ile de örnek olma zorunluluğu veya vazifesi yoktur. Bu sebeple; talebenin ustaya ait olan davranış ve huyları benimsemesi veya uygulaması gerekmez. Nasıl ki; ilmi, bir budist den öğrenen müslüman’ın ustasına saygı duyup, söylediğine uyması onu budist yapmaz ise kendisine hocalık yapan müslüman’ı dinlediği için de hiç bir talebe müslüman olmaz.  Eğer aksi olsaydı bu gün olduğu üzere, sanat tekniği ve uygulanması bakımından “İslam sanatları“ felsefesini benimseyerek eser üreten birçok, inançsız, hıristiyan veya putperest sanatçının varlığından bahsedilemezdi.

Herhangi bir felsefeyi öğrenmek başka, o felsefeye paralel sanat eserleri meydana getirmek başka onu yaşamak başkadır. Günümüzde ortaya çıkan çelişkinin sebebi, sanatçının, felsefi olarak kabul ettiği sanat tekniğini uyguluyor olmayı, bu felsefeyi yaşantısında uyguluyor olmayla aynı kefeye koymasından kaynaklanmaktadır. Bu gün İslam sanatları ile uğraşan ve İslam sanatları felsefesini takip ettiğini söyleyen sanatçıların büyük bir çoğunluğu bu terbiyeden uzak ve hatta tasavvufa karşı insanlardır. Bu durum yadırganacak bir durum da değildir, ancak; yaşantı ve anlayış açısından tasavvufa yabancı kişilerin, ebru söz konusu olunca tasavvufi lügate başvurmaları, çelişkili ve yadırganacak bir durumdur.  Her ne kadar saçma gibi görünse de, meselenin anlaşılmasındaki en önemli cevap, bu tutumu izleyen sanatçıların neden bunu yaptıkları hakkındaki soruya verilecek olan cevaptır. Esasen karşı çıktığı halde, yaptığı işe derin bir felsefe ve kutsiyet atfetme çabasında olan sanatçının yapmaya çalıştığı şey, farkında olsa da, olmasa da, kendini “kutsamaya” çalışmaktır. Yani; işine yüklemeye çalıştığı mana vesilesi ile başkalarını kendine hayran bırakmaya uğraşmaktadır. İçinde bulunduğu çelişkili duygu dünyası sebebi ile tasavvuf felsefesini, sadece sanatı “anlatma” aracı olarak kullanan sanatçı, aslında bu anlayışın tam tersine bir tavır sergilediğini görememektedir. Söyledikleri ve yaptıkları arasında ciddi çelişkiler bulunan sanatçı, bırakın söz ettiği gibi egolarından kurtulmayı, benliğini tümüyle egolarına teslim etmektedir. Gerek çevresinin gösterdiği aşırı ilgi ve beklenti,  gerekse şişkin egosu sebebiyle erişilmez bir noktaya erdiğine inanmaktadır. Yaptığı her şeyi ulu bir gayeye bağladığından hatalarının farkına varamamakta ve herkesin bu “ulu” yolda sessiz ve uslu bir şekilde kendisini takip etmesini istemektedir. Aslında hiç vazifesi olmadığı halde, kendini “model insan” olarak sunmaya çalışırken, bu büyük sorumluluğun altında ezildiğini görememektedir. Yapıcı da olsa, kimsenin eleştirilerini dikkate almamakta ve kendine karşı sandığı her fikirle savaşmaktadır…

Fatih Yeşil

 

 

Not: Yukarıda tasavvuf diye bahsedilen anlayıştan kasıt, İslam dininin esaslarına, hiçbir bidate yer vermeden uymayı kendilerine şiar edinmiş kişilerin anlayışıdır.  Tasavvuf ehli kişiler, şer-i hükümlere hakkı ile uyma amacıyla, şeyh (mürşit) olduğuna inandıkları İslam âlimlerinin önderliğini kabul etmiş kişilerdir. Şeyhlik makamı ise, hak edilmesi çok zor olan bir velayet makamı olarak bilinir.  Bu makamdaki büyük insanların amacı, insanlara İslami kuralları hem söz hem de davranış ile öğretmektir.  Onları kabul etmiş kişiler onun sözlerini İslami emirler olarak kabul ettikleri için, onlara itiraz etmez ve söylediklerini emir telakki ederler ancak bu teslimiyet, birçok insanın sandığı gibi, sınırsız veya sorgusuz sualsiz bir teslimiyet değildir, bu teslimiyetin sınırı, İslami kuralların sınırıdır. İslam sınırlarını aşan her kim olursa olsun, ona uymak; onun aştığı sınırları aşmış olmanın da ötesinde, kendi aklını ve gönlünü de aşmaktır ki; bu durumun neticesi sadece pişmanlıktır. (bu dipnot gerçek tasavvuf ehline duyulan samimi bir muhabbetin eseridir, onlara karşı bir tutum veya itiraz niteliği asla taşımaz.)